Mevsimi Geldiyse Filmler...

7 Kasım 2014 Cuma


Gone Girl- Kayıp Kız

Daha önce bir filmin vizyona girmesini bu denli beklemişmiydim hatırlamıyorum. 10 Ekim Cuma'yı zor ettim, akşamına hemen ilk seansa eşimle biletimizi aldım. Ha evde milli maç izleme planları olan eşim için seansın geç başlaması ve filmin 2,5 saatlik uzunluğu başlangıç da canını sıkmış olsa da filmin ilk bir saatinden sonrasını gözünü kırpmadan, merakla izlediğine sevinçle şahit oldum. Kitabını okuduğum için ne bulacağımı biliyordum ben ama O biraz önyargılıydı. Filmin reklamının yapılmaması, vizyonda son dönem Türk filmlerinin revaçta olması bir çok insanı filmden habersiz ve etkisiz kılıyordu. Ama şimdi imdb'deki puanına ve yorumlara göz atarsanız, aslında sadece yönetmenine bile bakarsanız oldukça iddalı bir yapıtla karşı karşıya olduğunuzu anlarsınız.


Kitabın kapağında yer alan "her hikayenin öteki bir yüzü vardır" yazısı hem herşeyi özetliyor hem de buram buram gizem kokuyor. Bir evlilikte herkesin yaşadığı sorunlar, bir takım hatalar, değişimler olabilir. Eşler gerçek karakterlerini birbirinden- hem de uzun bir süre- saklayabilir. Yaşanan bu çatışmaların son noktası nereye kadar götürülebilir sizce? Ve o son noktaya karar verilince elde edilecek sonuçları göze alacak kadar deli, gözü kara, zeki olmak, sonuç acımasız, vahşi olsa da hayranlık uyandırıp, alkışı hak etmez mi?  Ben şahsen hayran kaldım. Kadına mı, erkeğe mi? Onu da izleyip göreceksiniz, spoiler yok.



Pek Yakında

Bir çok kişi filmi izledi ve çok beğendi. Zaten Cem Yılmaz ibaresini gördüğümüz birşeyi beğenmemek olurmuymuş hiç? Çünkü neden Cem Yılmaz komik, kaliteli, ulaşılmaz, pahalı (!) vs.. Filmin değerine bakmak gerekir kanımca. Evet Türk sineması ortalamasına göre gayet iyi bir film. Hele Recep İvediklere, Kolpaçinolara ve binumum amaçsız, tüket-at türk komedi filmlerine göre. Yeşilçam'a saygı duruşu, sinemanın görünmeyenlerini seyirciyle paylaşması, film içinde film durumu farklı bir tattı. Ama kabul edelim içindeki bazı diyaloglar çok yapay, bazı olaylar çok klişe. Şu boşanma arifesinde, çocuğundan uzak yalnız kovboy profilinden sıkılmadık mı? Av Mevsimi ve Organize İşleri hatırladım bi ara. Çocuğuna yetmeye çalışan bir kadın ve ona asılan fırsatçı bir ana kuzusu. Ama esas erkek onu döver! Her hikayede olan kötü bir adam, mafya babası, şantaj vs. Dram olacaksa bunlar olmalı diye bir kaide mi var bilemiyorum. Artık farklı karakterler, hikayeler görmek istiyoruz. He tabii asıl karakterler dışında araya bir kaç konuk, bol sükseli sanatçı da eklenirse Türk halkı bu filmi çok sever öyle değil mi..Bir de Bayram'da çıkardık mı iyi gişe yapar. Filmi beğenmedim demeye dilim varmıyor, ama bi ton ürün yerleştirme, reklam almış, ticari kaygıyla yapılmış tipik türk komedisi, sanki  çok beğenilmesini abartı buldum ben...


Halam Geldi

Bu filmi sinemada izlemek istemiştim ama fırsat olmamıştı. Sosyal mesaj veren filmleri filmi çok beğenmesem bile kendimce duyarlılık örneği göstermek belki de destek olsun, onların gözünden bakıp, anlayayım diye izlemeye çalışırım. Çocuk gelinleri, akraba evliliklerini konu edinen ve yaşanmış gerçek bir hikayeyi anlatan bu filmden etkilenmemek elde değil. Bir kere hiç sıkılmadım, film uzun deniliyor ama bana kısa bile geldi. Filmin yüksek bir temposu yok ama gereksiz sahneleri de yok, konuyla başlıyor ve o şekilde sona eriyor. Büyük bir prodüksiyon beklememek lazım ama oyunculardan yana sıkıntı yok, tüyleri diken diken eden bir hikaye. Muhakkak izlenmeli, aslında konunun muhattapları, töre adı altında oyun çağıdaki çocukları babaları yaşlarında adamlarla evlendirecek tarzda çirkinlikler, katliamlar yapanlar izlemeli dışarıdan nasıl göründüklerini...



Sadece Sen

Ben demiştim bunlar hep Kore filmleri yüzünden diye. Al işte romantizmin, duygusallığın dibi bir film daha. Ağlatır mı ağlatır. Sevdim mi sevdim. Hikayesi çok basit, tesadüfler öyle abartılmış ki inandırıcılığı zorluyor, orjinalinden uyarlanmış ama film sonunda bu not olarak eklenmiş, kandırmaca yok yani. Sevdiğim noktalara gelince, daha önceki filmlerinde bu kadar sevmemiştim Belçim'i. Nasıl güzel oynadı kör bir kızı. Hayatın sillesini yemiş insanların, sakatlıkları, acıları hep başka yerde ama hiç yadırgamadan, tüm benliğiyle sevip aşık oluyorlar birbirlerini. Eski bir dövüşçünün ve kör bir kızın aşk hikayesi etkiledi beni daha çok. Geri kalan alengirler, olay kurgusu biraz türk filmi tadında ama kızın yaşadığı o şirin, mütevazi ev, sokak, hediye edilen köpek, denizin ortasındaki salıncak, kurulan hayaller gibi detaylar bu filme artı puan vermemi sağlıyor.



İsteyince Oluyomuş...

4 Kasım 2014 Salı
Henüz istediğim gibi tutturamadım ama azmettim inşallah kuymak yapma da vuslata ereceğim bir gün..


Ve ev yapımı hamburger üstüne çalışıyorum.
Klasik tencere yemeklerinden sıkıldığımızda hepimizin canı fast food istiyordur ara sıra. Ama dışarıdakilerin sağlıksız olduğunu da bildiğimizden evde yapılan hamburger aynı lezzeti verir, aynı etkiyi yaratır mı diye deneyimlerde bulunuyoruz. Deneye deneye öğreneceğiz elbet.


Lezzetli bir hamburgerin sırrını keşfetmek adına gittiğim mekanların burgerlerini denemeden de geçmiyorum.



Demek ki neymiş azmedince oluyormuş... Kahve bahane köpük şahane :)


Küçük Ev Aletleri...

16 Ekim 2014 Perşembe

Geçtiğimiz Kurban bayramında, televizyonlarda bolca boy gösteren evde etimizi çekip kıyma yapabilen makina reklamını görünce teknolojinin biz kadınlara ne denli hizmet ve hitap ettiğini düşünmeden edemedim. Ne güzel; herşeyin sadece fişi takıp, düğmesine basıp sonuca ulaştıracak bir makinesi var. Aslında işimize yarar, niye yaramasın, bütün küçük elektrikli ev aletleri gibi zamanı gelince, sırası gelince işe yarayacak, kullanılacak, hayır duamızı alacaktır elbet.  Yalnız bütün o işe yarar, nimet tadında makinalara sahip olan bir mutfak uzay mekiğini andırır kanaatimce, düşünsenize tezgahınızda tabak koymaya, sebze doğramaya yeriniz olmuyor bunlardan. Mikrodalga, mini fırın, tost makinesi, çay makinesi, kahve makinesi, mutfak robotu (blender, narenciye, doğrayıcı, mikser vs.), mısır patlatma makinesi, waffle makinesi,elektrikli ızgara, fritoz, actifry, ekmek yapma makinesi, yumurta haşlama makinesi ve şuan aklıma gelmeyen nice türevleri...

Bide öyle cicili bicili süslüyorlar ki işe yarasın yaramasın o köşede dursun, görsel şölen olsun tarzında alıp koymak istiyorsun. Tıpkı benim mısır patlatma ve waffle makinasına sırf şeklinden heves ettiğim ama direnmeyi başardığım gibi. Aslında kişiye göre değişir gerekliliği ve gereksizliği. Sık sık film izlenen bir evde mısır patlatma makinası çok da abes olmaz açıkcası ama waffle makinasını kullanmak adına her akşam  yenilecek wafflelar ve akabinde gelecek kiloları düşünce vazgeçiyorum diğerinden.

Ben türk kahvemi cezvede yapıyorum çünkü kahveyle aram pek iyi değil ama içmiyor da değilim. Çalışan biriyim, evde temizlikten sonra, akşam yemeğinden önce kahve keyfim olmuyor, sürekli misafir de ağırlamıyorum ama olunca kahve yapmadan geri kalmıyorum. Sırf yer kaplamasın, tezgahım özgür olsun, mutfak uzay mekiğine dönmesin diye uzak duruyorum. Bi de ocakta cezvenin tadı ayrı diyorlar ama ben yeterince köpürttüremiyorum. Ve sırf köpürtsün diye de kahve makinesi istiyorum.. Siz kahvenizi nasıl alırdınız? Sade, orta, şekerli şeklinde değil makinada mı cezvede mi?

Yine Kitaplar...

26 Eylül 2014 Cuma
Kendinizi iyi hissettiren şeylerin listesini yapsanız; kitaplar ve çikolata ilk sıralarda yerini alıyorsa siz de bendensiniz...



Yağmur Sonrası... Gün geçmiyor ki bir Saraj Jio kitabı daha bitmesin...yine hüzünlendirip ağlatmasın.. Son Kamelya kaldı galiba bu ekibin son üyesi..



Gone Girl...Kayıp Kız..
Sarah Jio ile yapılan bir röportajda O'na en son okuduğu veya etkilendiği bir kitap sorulduğunda bu kitabı söyleyince, beğendiğim bir yazarın beğendiği başka bir kitabı merak etmem çok doğaldı öyle değil mi? :) Üstelik kitap gerçekten iyi gidiyor, 600 sayfalık bir kitabın zamansızlıktan henüz 170 sayfasını okumuş olsam da meraktan kuduruyorum. Üstelik 10 Ekim'de filmi vizyona giriyor. Ve yine üstelik Ben Affleck oynuyor. Filmden önce bitirmem lazım kesinlikle, hadi bakalım gözlere kuvvet...

***
Evet Kitabı bitirdim! ki sürekli hızlanan heyecan, artan merakla bitirmemek şurda dursun, elden bırakmak mümkün olmuyor. Zeki insanları seviyorum, kurgu konusunda başyapıt sayılabilecek bir kitap. Filmini iple çekiyorum.



Veronika Ölmek İstiyor...
Kitaplar içeriğinden önce ismiyle bizi etkiliyor.
Aaa neden acaba? sorusuyla kendine çeken bir kitaptı bana göre.
Yıllar önce bildiğim, okumayı istediğim, ama bugüne kısmet olmuş bir Paulo Coelho kitabı. Bir intahar eğiliminin sonrasında beliren yaşama içgüdüsünü konu edinen bu kitapta şizofreni, depresyon ve panik atak gibi hastalıklara sahip insanların, ünlü bir akıl hastanesinde yatan aslında dışarıda gezen ve kendini normal sanan bir çok insandan daha akıllı olan insanların hikayelerine yer veriliyor.



Unutma Beni Apartmanı
Bazı kitaplar sadece okumak için diye değil düşündürsün, hissettirsin, öğretsin diyedir. Sizin bir romandan beklentiniz nedir bilemem ama ben hem sıkmayan, akıcı bir hikaye hem de altı çizilecek edebi, derin cümleleri olan kitaplara bayılıyorum. Nermin Yıldırım ve güçlü kalemi ile tanışmamı sağlayan kitabın ilgi çekici bir adı var, Unutma Beni Apartmanı. Bir yukarda gördüğümüz başlığın nasıl merak uyandırdığından bahsetmiştim, kitabı özetler, start çizgisini verir şeklindeydi. Unutma Beni Apartmanı ise ancak son sayfasını okuyup bitirdiğinizde başlığın manasını kavrayabiliyorsunuz.

Benim Mutfağım...

22 Eylül 2014 Pazartesi

Sevgili pembe perinin sihirli ellerinden çıkma bu mutfak süsü. Hemen yerini buldu, ben çok beğendim..
Teşekkürler pericim.. ;)


Pembe'nin mutlulukla bir ilgisi olmalı ...


Evde kabak, patlıcan, patates, mantar, kırmızı, yeşil biber ne kadar sebze varsa yani hepsini küp küp doğrayıp köftelerle birlikte fırına atıyorum. Alın size sağlıklı ve pratik bir yemek. Yanında da salçalı bulgur pilavımız.. Ben pilava soğan, biber, domates de ekliyorum.. Tam bir türlü sofrası oluyor yani..






O akşam GS Maçı vardı.. Tepsimize yansıdı haliyle..


Aslında bunlar pek sağlıklı alışkanlıklar değil...
Cips + Kola bence dünyanın en iyi ikililerinden ama
sadece kırk yılda bir canınız çekince...


Sevdiğim kırmızı fincanlarım Mudo'dan.


Tek kişilik çay seti English Home'dan kendime hediyem, kitap okurken eşlik edecek keyfime..
Misafirliğe giderken pasta alma maksadıyla girdiğimiz Koska'dan payıma bu nostaljik, çocukluğumuzu anımsatan altın çikolatalar düştü hem de kırmızı pabuç içinde :)



Mutfakta mutlu olmak için bi'çok sebebim var sanırım :)

One More Cup Of Coffee..

27 Ağustos 2014 Çarşamba





Oysa ben "çay insanı"ydım..
Keyiflerim kahve değil çay ile ilgiliydi..
Hoş yine müptelası sayılmam ama sunumunu, muhabbetini, ikramını seviyorum ( evet evet özellikle lokumunu, çikolatasını )
Hem kim demiş "çayın kalabalıkla arası iyidir, kahve yalnız içilir" diye.
Ben çayları hep tek içiyorum, eşim pek sevmez.
Ve evde yalnız otururken kendime hadi türk kahvesi pişireyim demem, cezveme tek fincanlık kahve, su dökemem..
Biz de kahve "sevgiliyle" içilir :)

Spoiler Yok!

26 Ağustos 2014 Salı

bi küçük Eylül meselesi... Filmde kilit nokta, damar rol Eylül değildi aslında Tek'ti bana göre. O yüzden isimle filmi bağdaştıramadığımı söylemek isterim en başta. Eğer hikayenin seyri Eylül üzerinden değil Tek üzerinden gidilseydi bu isim cuk olurdu. Ama burda filmin anlatıcısı Eylülse, Eylül'ün aşk meselesiydi bu, "bi çirkin Tek meselesi" denebilirdi zira çirkinliğine vurgu yapılıp duruldu Engin Akyürek'in ki gerçekte gayet hoş bir adam olduğunu biliyoruz hepimiz ama işte biraz saf, biraz şapşik, yüzmekten bile korkuyorsanız otomatikman çirkin oluyorsunuz :) Filmin konusu da zaten bu birbirine aykırı çiftin uyumsuzluğu olduğu için ne kadar uyumsuz olduklarını söylememin bi önemi yok, yani cidden sevgili olamazlarmış. Tek'in fakir, çekingen, pısırık, Eylül'in ise zengin, umursamaz, şımarık olmasından falan değil yani dış görünüş olarak da hiç yakıştıramadım, ten uyumsuzluğu... Hakkında okuduğum güzel yorumlar, filmin soundtracki Nil'in güzelim şarkısı Kanatlarım var Ruhumda ve klibi bu filmi izlememde etkili oldu diyebilirim. Zira başroldeki kızımız Farah Zeynep Abdullah bana abartılı oyunculuğu ile itici gelmiştir hep. Tıpkı Fahriye Evcen gibi. Sevemedim gitti, oyunculukları yüzünden filmleri de benden puan kaybetti. Neyse filmimize dönersek beklenmedik sonları seviyoruz bu bir gerçek.  Filmin en başından beri merakla, heyecanla saklanan o gerçeği, sırrı çözmeye çalışıyorsunuz, sonunda "hadi bee" oluyorsunuz elbette ki, artık başından sonunun belli olduğu filmleri, dizileri sevmiyoruz.  Çarpıcı diyaloglar, görsellik; Ada, Deniz, Güneş o bildik güzelim Yaz mevsimi, müzikler aşk ve etkileyici, göz yaşartıcı bir final.. Ne çok izler olduk hüzünlü finalleri. Bunlar hep o Kore filmleri yüzünden..:) 


Nuh Büyük Tufan..
Hala etkisindeyim.. Ve Holywood'a" yapamayacağınız film yok heralde" diyorum.
Tarihi olayları, gerçek hikayeleri, efsaneleri film olarak izlemeyi seviyorum. Bilinenler sahneye birebir yansımasa da; ki bu konuda ne kadar detay işlenirse o kadar iyi, bence, sırf teknik açıdan bile son derece önemli, kaliteli oyuncularıyla, görüntü ve ses efektleriyle etkileyici, izlenir bir film olmuş. Dini açıdan, inanç açısından eleştirenler "aslında böyle değil, şöyle olmuştu" diye yorumlayanlar olacaktır elbette ama ciddi emekler sarfedilmiş bir filmde verilen mesaj yetiyor bana, evet yaradılanların en yücesi, Allah'ın ruhundan üflediği "insanlar" olarak kötüyüz biz, cezalandırılmayı haketmişiz. Dünya'da çeşitli dinler, inançlar var ama benim için önemli olan hepimizin aynı Tanrı'ya inandığı, ona iman ettiği. Tüm kutsal kitaplarda Nuh Tufanı'ndan bahsediliyor. Bu bile Allah'ın, yaratıcımızın bir'liğine ilahi bir işaret. Filmin eksisi gereksiz uzun olması, tamam bitiyor dediğiniz anda başka bir sahne başlıyor bu da sıkabiliyor. Ama tolere edilmeyecek gibi değil. Gönül rahatlığı ile tavsiye edebilirim..




Kitap Hırsızı...
İnsanlar kötü, egoist ve acımasız oldukça film sektörü bitmez, zira malzemenin hasını veriyor. Yaşanan savaşlar, katliamlar, insanlık ayıpları şimdi tek tek izlediğimizde bizleri derinden etkiliyor, nasıl dehşete düşürüyor öyle değil mi? O yüzden tarihte yer edinmiş, yaşanmış olayların kurgulanmasını, hikayelenmesini seviyorum her ne kadar izlediğim şeyler hoşuma gitmese de malesef gerçekti ve belki daha kötülerine şahit olundu.. Bu filmde kanlar, kopan bacaklar, işkenceler yok ama ikinci dünya savaşı sırasında yaşanılanları arka perdede hissetmek zor değil.. Sanırım kitabından sonra sinemaya uyarlanmış bir hikaye. Okumadığım için aynı etkiyi veriyormu bilemeyeceğim ama izlemekten memnun kaldım diyebilirim..



Yerçekimi...
Tamam kabul en gerçekçi uzay filmi...
Yeşil uzaylılar yok, oksijen yok, yere basamıyorsunuz, sınırsız koyu bir boşlukta yuvarlanıp duruyorsunuz..Heyecan var, gizem, merak var.
Ama çok sıkıldım ve bunun filmden kaynaklandığını düşünmeyecek kadar alçak gönüllüyüm, suçu kendime atıyorum; sanırım tarzım değil.
Aslında konuya bakınca yalnızca iki oyuncu ile film 10 dakika filan sürer sanıyorsunuz, koca 1,5 saat çıkardıkları için tebrik etmek gerekiyor. Dediğim gibi benim ilgimi çekmiyor ama uzaya ilgi duyan, bilim kurgu severler için kaliteli, izlenesi bir film. Eşim çok beğendi. Benimse filmden aklımda kalan Sandra Bullock'un yıllara meydan okuyan güzelliği ve müthiş fit fiziği idi.

Hayat Güzel midir?

22 Ağustos 2014 Cuma

Ne zaman içim sıkılsa yeni doğmuş bebekler, onların gülücükleri, keşfetmeye hazır minik gözleri gelir aklıma. Onların saflığı, masumiyeti, sıfırdan başlamaları, önünde gizemli, pürüzsüz uzun yıllar olması..
Güzel şeyler var bu hayatta.. Yaşamayı değerli kılan soyut, somut bir çok şey...Ne güzel bir mevsimdeyiz mesela..Yaz sabahlarının telaşı var pencerenizden giren güneşin ışığıyla uyuyamazsınız daha fazla, erkenden başlarsınız güne kaçırmak istemezsiniz adeta. Dost muhabbeti var aradığımız, kahve keyfi var hani fotoğraflarını çekip paylaştığımız, deniz kokusu diye bişey var içe çekilesi, aşk var ve  benzeri duygular..Kitaplar var filmler var, şarkılar var.. Huzur bulduğumuz yerler var, beraber olduğumuz insanlar...kurduğumuz hayaller..lezzetli yemekler.....sevdiğiniz biçok şey yani..



Bazen hayatın iyi ya da kötü olduğuna karar veremiyorum...
Belki de iyi ya da kötü olan "hayat" değil yaşadığımızdır.
Seçim yapabildiklerimiz için evet öyle ama ya seçim yapamadıklarımız, bizim seçmediğimiz, hayatın kendi yaşattıkları yani. Zira ölümü kimse seçmez...
Ölüm en soğuğu, en dibidir çünkü acının, kötünün..
Belki de onda bile bir hayır vardır, kimbilir..
…Olur ki hoşunuza gitmeyen bir şey, sizin için hayırlıdır ve olur ki, sevdiğiniz şey de sizin için bir şerdir. Allah bilir de siz bilmezsiniz." (Bakara Suresi, 216)
Hep bunu hatırlarım..
Sonra düşününce gerçekten de canlı örnekleri mümkün..
Hepimizin böyle deneyimleri olmuştur. Kötü olarak nitelendirdiğimiz birşeyin başımıza daha iyi sonuçlar çıkardığını..


Mutluluk gibi acı da hayatın kaçınılmaz bir gerçeği..Mutluluk güzel bir tatil, harika bir seyahat ise acı da kürkçü dükkanı bana göre, eninde sonunda dönersiniz oraya. Çünkü kimse dört dörtlük bir hayat yaşamıyor,inişler çıkışlar illa ki oluyor. "Nasıl ki elmas yontulmadan mükemmelleşmezse, insan da acı çekmeden olgunlaşamaz" demiş Konfüçyüs. Evet çok doğru Acılar insanı büyütüyor, öldürmeyen her acı güçlendiriyor. Çünkü yıpranmamış hayatlar büyük hüzünler bekler, acının tadını bilen insanlar ise temkinlidir, tecrübelidir, bocalamaz, saygıyla,soğukkanlılık ve nedametle karşılar onu sessizce uğurlar...



Tam 1 yıl olmuş, O'nu kaybedeli.. 1 yıldır bizimle aynı dünyada değil, nefes almıyor, yemiyor, içmiyor, gezmiyor, eğlenmiyor, gülmüyor. Ama "yok", "1 yıldır yok" diyebilirmiyim? Yok demek "hiç olmadı" demek gibi bişey. Ama oldu, "vardı" değil  "var", hala var, sadece bu dünyadan gitti. Belki da çok daha güzel bir yere. Evet evet eminim o en güzel yerde..
İyi insanların evleri gökyüzüymüş meğer. Gündüz güneş, gece ise yıldız olurlar bizi izlerlermiş..  O yüzden toprağa değil bence gökyüzüne giriyorlar..
Ve ben yaz mevsimini ne kadar çok sevsem de sevmiyorum Ağustos ayını..
Dışarıda deli gibi kavurucu bir sıcak varken üşütüyor çünkü içimi..

Hayatı Makyajla...

15 Ağustos 2014 Cuma
Uzun zamandır yayınlanmayı bekleyen bir kozmetik-bakım postu var. Paylaşmıyorsak yapmıyor, uzak kalmış değiliz..


Ya Kadınlar Günü ya da Anneler Günü Gratis klasiği indirim ganimetiydi, yorum yaparım diye resimlemiştim bugünlere kaldı...Kısaca; yapısı yumuşacık, renkler harika, zaten hakkında bir çok makyaj gurusu yorumlarını yaptı ben de aldığımdan beri severek kullanıyorum.


Hediye; kozmetik ve Londra'dan olunca Rimmel markası kaçınılmaz oluyor.
Bir kaç ürününü kullanmış ve başarılı bulmuştum, şuan için stoktalar ama bunları denemek için sabırsızlanıyorum.


Renkler beni çağırıyor!


Bu saç düzleştiricisini Watsons'tan o güzelim rengine meylederek alalı aylar oluyor. Yanılmıyorsam fiyatı ya 39 ya da 49 TL gibi oldukça cüzi bir rakam ve fiyatına göre performansı oldukça başarılı. Açıkçası alırken pek umutlu değildim ama ben çok da dalgalı olmayan saçlarımı kısa zamanda kolayca düzleştirebiliyorum. 



Bu süre zarfında iki krem, iki şampuan ve iki duş jeli hiç etmişim..
Elidor şampuan ve kremlerden memnundum açıkçası ama...


Bu sefer GLİSS ailesini deneyeceğim..


Piyasada envai çeşit krem bulunmakta ama bana göre bunların çok azı işe yaramakta...
Gerçekten kısa vadede büyük işler başaran bu topuk kremini gözüm kapalı herkese tavsiye edebilirim.


Yaz Geçerken...

13 Ağustos 2014 Çarşamba

Dondurmayı kaşıkla yemekten pek hazetmeyen ben için harika bir çözüm oldu.
Bunaltıcı yaz günlerinde kağıt helva arası dondurma az da olsa hararetimizi alıyordu.
Seyidoğlunun dondurma sandivicini tavsiye ediyorum, dondurmasız bile oldukça lezzetli.. 


Bu sıcakta iyi gidicek bir diğer lezzet tabiki buz gibi limonata...



Beşamel Soslu Fırın Makarnayı ilk defa deniyorum. İlk deneme için başarılı sayılır, internette bulduğum tarife göre yaptım ama iç harcı kuru gibi geldi sanki, biraz daha ıslağımsı, daha yumuşak olabilir diye düşündüm. Bu konuda tarif ve önerilerinize açığım.



Bu da Cumartesi gününden kalma mütavazi çay saati soframız..


Ve çok sevdiğimiz yeni evli arkadaşımızın evinde muhteşem bir kahvaltıya davetliyiz..


Related Posts with Thumbnails