şiir etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
şiir etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

8 MART DÜNYA KADINLAR GÜNÜ...

7 Mart 2010 Pazar


KADINLARIMIZ
.....
Gece aydınlık ve sıcak
ve kağnılarda tahta yataklarında
oyu mavi humbaralar çırılçıplaktı.
Ve kadınlar
birbirlerinden gizleyerek
bakıyorlardı ayın altında
geçmiş kafilelerden kalan öküz ve tekerlek ölülerine.
Ve kadınlar
bizim kadınlarımız:
korkunç ve mübarek elleri
ince, küçük çeneleri, kocaman gözleriyle
anamız, avradımız, yarimiz
ve sanki hiç yaşanmamış gibi ölen
ve soframızdaki yeri
öküzümüzden sonra gelen
ve dağlara kaçırıp uğrunda hapis yattığımız
ve ekinde, tütünde, odunda ve pazardaki
ve kara sabana koşulan ve ağıllarda
ışıltısında yere saplı bıçakların
oynak, ağır kalçaları ve zilleriyle bizim olan
kadınlar,
bizim kadınlarımız
şimdi ayın altında
kağnıların ve hartuçların peşinde
harman yerine kehriban başlı sap çeker gibi
aynı yürek ferahlığı,
aynı yorgun alışkanlık içindeydiler.
Ve onbeşlik şaraplenin çeliğinde
ince boyunlu çocuklar uyuyordu.
Ve ayın altında kağnılar
yürüyordu Akşehir üzerinden Afyon`a doğru.

NAZIM HİKMET



TÜM DÜNYA'DA KADINLARIN EŞİTLİK, KALKINMA, DAHA HUZURLU YAŞAM ÖZLEMLERİNİ VE İSTEKLERİNİ DİLE GETİRDİKLERİ, BİRLİK VE BERABERLİK GÜNÜ

8 MART DÜNYA KADINLAR GÜNÜ

KUTLU OLSUN!

Şiir düştü geceme..

17 Ocak 2010 Pazar

-ARKADAŞIM BADEM AĞACI -
Sen ağaçların aptalı
Ben insanların
Seni kandırır havalar
Beni sevdalar
Bir ılıman hava esmeye görsün
Düşünmeden gelecek karakış..
Acarsın çiçeklerini ..
Bense hayra yorarım gördüğüm düşü...
Bir güler yüz bir tatlı söz..
Açarım yüreğimi hemen
Yemişe durmadan çarpar seni karayel
Beni karasevda
Hem de bilerek kandırıldığımızı
Kaçıncı kez bağlanmışız bir olmaza
Koş desinler bize şaşkın
Sonu gelmese de hiç bir aşkın
Açalım yine de çiçeklerimizi
Senden yanayım arkadaşım
Havanı bulunca aç çiçeklerini
Nasıl açıyorsam yüreğimi
Belki bu kez kış olmaz
Bakarsın sevdan düş olmaz
Nasıl vermişsem kendimi son sevdama
Vur kendini sen de bu güzel havaya


AZİZ NESİN

ADNAN BEY'İN BİHTERE OKUDUĞU ŞİİR...

24 Ekim 2009 Cumartesi



Aşk-ı memnu dizisinde geçen hafta Adnan Bey gayet romantik bir atmosferde sevgili karıcığı Bihter'e bu şiiri okudu . Her ne kadar bihter bu şiiri haketmese de hakeden yüreği sevgi dolu tüm kadınlara gitsin bu şiir..

Bir Ümit Yaşar Oğuzcan Şiiri imiş bu, öğrenmiş olduk bu sayede, ben çok beğendim, siz? :)

Ben güzel gözlü kadınları severim
Bir de küçük ayaklıları, uzun boyluları
Hem nasıl severim, öyle severim işte
Terler avuçları, kesilir solukları.

Ben mahzun kadınları severim,
Yavru ceylanca kadınları, ürkekçe,
Hem nasıl severim, öyle severim işte.
Bilemezsin ne güzeldirler öpüştükçe,


Ben akıllı kadınları severim,
Düşünen, az konuşan, çok bilen,
Her yerde her zaman nazı çekilen,
Hem nasıl severim, öyle severim işte.


İçimde büyük, sonsuz ateşler yanmalı
Ölümüm bile o kadın yüzünden olmalı.

Ümit Yaşar Oğuzcan

BİR ŞİİR DÜŞTÜ İÇİME...Tango...

29 Eylül 2009 Salı

Tutkunun Rengi Artık Kırmızı
Arjantin’e gitmeliyiz seninle,
Bir dans pistinde,
Tango yaparken sevişmeliyiz,
Notalar üzerimizden
Islak ıslak akarken
Işıkta parıldamalı terlerimiz
Nefeslerde bandeneon kokusu
Piazolla'nın müziği,
Örterken üzerimizi bir tül gibi


Arjantin’de,
Bounes Aires’in arka sokaklarında
Köhne bir barda,
Bandeneon tınılarına sarılı,
Tutkunun rengi artık kırmızı
Senin dudakların,
Müziğin teri,
Notaların kokusu,
Tenimize sinmeli

Arjantin’e,
Bounes Aires’e gitmeden
O köhne barda,
Tango yapmadan,
Ölmemeli.

Arjantin'in sokaklarında ilk çıktığı dönemlerde ayıplanan, hor görülen bir dansmış tango. Büyük şehre alışamamış göçmenler sıkıntılarını, hüzünlerini atarlarmış bu dansla sokaklarda. Daha sonra ise salonlara girmiş tango ve tüm dünyaya yayılmaya başlamış, Buenos Aires'ten yola çıkarak. Tabii ki tutkusu, hüznü, yaşanmışlığı, anlamı, güzelliği, öfkesi, hırçınlığı da artmış giderek ve artmaya devam ediyor. Artık, dünyanın her yerinde, "Milonga Gecesi" denilen gecelerde her gün yüzbinlerce, milyonlarca insan tango yapıyor. İçeriden gelen tango müziğini duyup giriyorsunuz. Girdiğiniz yer bir balo salonu da olabilir, bar da olabilir, dört duvarla çevrili küçük bir stüdyo da olabilir. Asıl önemli olan, içeri girerken duyduğunuz o müzik. Ve o müzik eşliğinde dans eden onlarca insan...Oturacak yer arıyorsunuz önce kendinize, köşede bir yer buluyorsunuz. Ve sandalyenize oturmanızla kalkmanız bir oluyor. O muhteşem müzik, basınızı döndürmeye yetebiliyor gelir gelmez. Bir şarkı bitiyor; ama dansınız devam ediyor. Evet, ikinci şarkı da bitti. Bu sırada dans ettiğiniz insanla tanışma fırsatı buluyorsunuz. Diğer şarkı başlayınca konuşma kesiliyor ve yakalıyorsunuz ritmi birlikte. Derken dördüncü, beşinci parçalar...Parçaların sayısı artıyor, farklı insanlar, farklı duygular, hüzün, aşk, öfke, kıskançlik, sevgi... Yine dört ayak olmuşsunuz, ve tek beden... Yerinize döndüğünüzde saatlerin geçtiğini görüyorsunuz, ama aldırmıyorsunuz. Oturmaya gelmediniz ki! Etrafınızdaki kimse oturmaya gelmedi. Herkes, hayatın zorluklarını, sıkıntılarını, yapılması gereken işleri, vs. unutuyor orada. Orada yeni bir hayat başlıyor. Aşk, tutku, nefret, öfke, hüzün, kin, sevgi yeniden canlanıyor orada. Daha önce hıç görmediğiniz bir insani sadece bir bakışınızla kaldırabiliyorsunuz dansa. Ve birlikte vuruyorsunuz müziğin "pam"larına, basınız dönene dek, sarhoş olana dek...Ve sonra...Tango bir tutku oluyor hayatınızda. Vazgeçilmez oluyor, aşk oluyor...Kapılıp giderseniz bu aska, ömrünüz boyunca yaşıyorsunuz tüm tutkusunu, hüznünü, tüm güzelliğini ve kederini... Kapılmama ihtimaliniz var mı peki? Kesinlikle, hayır!!! Adımlarınızı müziğe kaptırmaya başladığınız andan itibaren kurtulma ihtimaliniz hiç yok...
Çünkü bu, TANGO: aşkın ve tutkunun dansı...
"alıntıdır"

Related Posts with Thumbnails